Soğuk Füzyonda Son Durum
Soğuk füzyona olan sıcak ilgi, insanoğlunun enefî' arayışından kaynaklanmıştır. Bilindiği gibi Amerika'nın Utah Üniversitesinden Prof.Dr. Stanley Pons ile çalışma arkadaşı, ingiltere'nin Southampton Üniver-sitesi'nden Prof.Dr. Martin Fleischmann, 23 Mart 1989 tarihinde, hafif atomları, oda sıcaklığında ya da daha aşağı sıcaklıklarda kaynaştırarak, soğuk füzyonu gerçekleştirdiklerini bütün dünyaya ilan etmişlerdi. Olay, tüm dünya basın-yayın organlarında büyük ilgi görmüş, aylarca gündemde kalmış ve ilk haber niteliğini sürdürmüştür. Soğuk füzyon olayının ilk duyurulmasından beş ay sonra, varılan sonuç odur ki, olayda bir keşif olgusu bulunmamaktadır, insanoğlu yeni bir enerji kaynağı bulduğu ümidine kapıldığı anda, maalesef bir serapla karşı karşıya olduğunu görmüş, bilimsel doğrulamaların, bu olumsuz sonuca doğru gittiği kesinleşmiş gibidir. Deneylerde gözlenen enerjinin, soğuk füzyondan kaynaklanmadığı, başka bir sebebi olması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Soğuk füzyon konusunda yaratılan sansasyonel durumun, psikolojik bir izahı olsa gerek: Her şeyden önce bilim adamları da birer insan olarak yasal patent haklarını korumak istemişler ve bunun sonucu olarak da keşifte bulunduklarının ilanı konusunda acelecilik etmişlerdir. Öte yandan, insanoğlunun 21. yüzyılda en büyük sorunu olacağına inanılan enerji açığı problemine çözüm bulundu kanısı ile basın-yayın organları olayı, gereğinden fazla büyütülmüştür. Bu abartma, dış basın-yayında başlamış ve doğal olarak TRT de bu akıntıya katılmıştır. Sonuç olarak bilim dünyası, soğuk füzyon konusunda topluma müjde vermekte acelecilik etmiş, kendi akademik süzgeçlerini ve kontrollerini yeterince kullanamamıştır.
Görülüyor ki, insanoğlu yoğun bir enerji arayışı içindedir. Bu arayış uzayda, okyanuslarda ve yeryüzünde araştırma laboratuvarlarında sürdürülmektedir. Bu yazıda ele alınan konuların realize edilmesi, yüksek teknoloji gerektirmektedir, ilk okyanus ısı santrali projesinin başarısızlıkla sonuçlanması, o dönem teknolojisinin yetersizliğine bağlanabilir. Keza, uzaya 8-10 kilometre boyutlarında dev Güneş enerjisi toplayıcı levhaları yerleştirmek, başka bir deyişle uzaya istasyon kurmak da yüksek teknoloji gerektiren bir iştir. Neyse ki, teknoloji baş döndürücü bir hızla gelişmektedir. Teknolojide 20. yüzyılda gözlenen gelişmeler, aynı hızla 21. yüzyılda da devam edecek olursa, önümüzdeki asırda bu yazıda ele alınan konular gerçekleştirilmekle birlikte çok ilginç başka gelişmelere de şahit olunabilir. Örneğin televizyon programlarından izlediğimiz gibi, uzayın derinliklerine gidebilmek için kurulacak uzay istasyonları ve okyanus diplerine kurulacak su altı kentleri 21. yüzyıla devreden ve yüksek teknoloji gerektiren süper projelerdir.